Neden ÖTEKI MEDYA?


Anasayfa
Güncel
Medya Haberleri
Dosyalar
Medya`dan
Öteki Türkiye
Kültür-Sanat
Etkinlikler Takvimi
Linkler

ARŞİV

e-Posta

 

 

Bir 'kovuluş' öyküsü

 

Basında işten çıkarmaların bir tür sindirme kampanyasına dönüşmesi üzerine Açık Radyo, hafta içi günlerde her sabah 08.15 - 10.00 arasında yayınlanan "Açık Gazete" adlı programında, bu konuya özel bir köşe ayırdı. 12 Mart sabahı Milliyet gazetesinin "Entelektüel Bakış" sayfasını hazırlayan Şahin Alpay’ın konuk olduğu programda,16 Mart sabahı da Milliyet Sanat dergisinin kurucusu, Milliyet gazetesi köşe yazarı Zeynep Oral, işten çıkarılması sırasında maruz kaldığı davranışları anlattı.

 

 Programın yapımcısı ve sunucusu Ömer Madra’yla yapılan telefon röportajında Zeynep Oral, 33 yılını verdiği gazeteden kovuluşunun öyküsünü şöyle anlattı: "33 yıldır Milliyet’te çalışıyordum. 29 yıldır Milliyet Sanat dergisinin kurucularından ve yöneticilerinden biriydim. Milliyet Sanat, çocuğum gibiydi. 29 yıl her tür ekonomik, politik, hatta toplumsal baskıya, ama en önemlisi 1980’den sonra sık sık değişen Milliyet’in genel yayın müdürlerine karşı onu koruduk, korudum.

Milliyet’ten ayrılışım (bunu bana) yapanlar açısından utanç verici oldu. Arkadaşlar 'Bir çay ikram etmediler mi?, Şampanya açmadılar mı?, Bir küçük plaket vermediler mi?" diye şaka ediyor. Tabii ki bunlar yapılmadı. Ayrıntıları anlatmayayım, ama kovulduğumu doğrulatmak için bile birkaç saatlik bir savaş vermek zorunda kaldım.

28 Şubat sabahı üç kişinin, Yalçın Doğan, Umur Talu ve Doğan Heper’in (işten) atıldığını duyunca derhal evden fırlayıp, geçmiş olsun demek için gazeteye gittim. Son yıllarda evde çalışıyor, o binaya gitmiyordum. Milliyet’e vardığımda listeye beş kişinin daha eklendiğini öğrendim. Arkadaşlarıma geçmiş olsun demek, sırf dayanışma göstermek için oradaydım. Derken bizim gençlerden biri, bana da 'geçmiş olsun' dedi. Bazıları bunun doğru olmadığını söyledi. Toplantıda isimler okunduğu söylendi. Arasında benim ismimin olup olmadığı belli değildi. İsimleri okuyan kişiyi aradım.'Valla Zeynep ablacığım, billa Zeynep ablacığım yoktun' dedi. Daha sonra dışarıdan geçmiş olsun telefonları gelmeye başladı. Ben de 'yanlışınız var, böyle bir şey olmadı' diyordum. Çünkü açıkçası kendimi Milliyet’le çok özdeşleştirmiştim. 33 yıl başka hiçbir gazeteye gitmeyi aklımdan geçirmedim. Önerileri geri çevirdim. Yapılan röportajlarda, 'gömlek değiştirir gibi gazete değiştiremem' derdim. Benim için alışkanlıklarım, ilkelerim çok önemliydi. Milliyet Sanat’ı bırakıp gitmem söz konusu bile olamazdı. O benim çocuğumdu. Yurtdışında, içinde adım hep bu dergiyle anıldı. Ve Milliyet’i de temsil ediyordum.

Haberin dedikodu düzeyinde ortaya çıkmasıyla, doğruluğunu genel yayın yönetmenine onaylatmam arasında geçen bir üç saat var ki, bunun öyküsünü başka bir zaman yazacağım. Kafka labirentlerinde dolaşıyor gibiydim. Sonunda gazeteyle ilişkim bir kelimeyle bitti. Ben de atılmışım, doğru mu, dedim. Doğru, dediler. Ve odadan çıktım.

O anda, gazeteden kovuldum ama Milliyet Sanat’ta kalıyorum sanıyordum. Başka türlü nasıl olabilirdi ki? Dergiyi ben yapmışım, bu güne getirmişim... Benden sonra, 25 yıldır dergininin yazı işleri müdürlüğünü yapan Bülent Berkman’ı çağırmış Mehmet Yılmaz. 'Hepiniz dergiden atıldınız, bundan sonra bizim arkadaşlar bakacak' diyor. Bir hafta sonra dergi yönetiminin Tuğrul Eryılmaz’a verildiğini öğrendim. O kadar...

Şunu söylemek isterim: İnsanları insan yapan değer ölçüleri vardır. Bir insan ev hizmetlerine, gündeliğe gelen yardımcısını, ofise aldığı yardımcısını, değil 33 yıl, üç gün bile evinde çalıştırdığı bir insanı bu biçimde kovamaz. Üslubu bu değildir. Çok acıtıyor...

'Neden, niçin sen?' diye soruluyor. Bilmiyorum. Fakat kendimi çok kullanılmış, sömürülmüş, tecavüze uğramış, lime lime edilmiş hissediyorum...

Milliyet, Hürriyet, Radikal, Posta, Star gibi gazetelerde işten atılmamıza ilişkin tek satırlık haber yer almadı. Dahası bunlar dışında atılmamıza ilişkin haber yayımlayan gazetelere de müthiş bir düşmanlık ve baskı uygulandığı söyleniyor. Nitekim bunu tavır olarak anlıyorsunuz. Nedenini bilmiyorum. Yaptıkları işten rahatsızlık mı, okur kaybetme korkusu mu...

Bir başka ilginç olay şu: İşten atıldığımız 28 Şubat gününden bir gün önce, akşam saatlerinde genel yayın yönetmenimle konuşuyorum. 'Aman bayram sonrasındaki yazınızı da verin' diyor. Telefonda bir şey söylenmiyor; o gece, salı gecesi sabaha kadar çalışıyorum... Kovulduğumuzu öğrendiğimiz an, salı akşamı yazdığım yazıyı çekip hiç olmazsa bir veda mektubu yayımlamak istedim. Veda yazısı çok usturuplu bir ifadeyle yazılmıştı. Hem gazetedeki arkadaşlarıma hem de 33 yıldır beni okuyanlara veda mektubuydu. Önce, yayımlarız, dediler; sonra kabul etmediler.

Hürriyet’te ya da Aydın Doğan’a ait gazetelerde kalıp bu olaylarla ilgili yazı yazamayanların durumu da çok zor. Belki de, diyoruz, isim seçimi geride kalanlara da gözdağı vermek için yapıldı. Yani, elimizdesiniz istediğimiz zaman istediğimizi yaparız ve siz sesinizi çıkaramazsınız, denilmek isteniyor. Bazen içerde olmakla dışarıda olmak birbirinden farklı olmuyor...

Aslında durumdan hepimiz suçluyuz. Yıllarca sendikalı olarak çalıştıktan sonra, en son sen kaldın, çıkmak zorundasın denildiğinde olanları hatırlıyorum. Hepimiz başımızı öne eğdik. Paşa paşa sendikadan ayrıldık.

Bir konuyu daha aydınlatmakta yarar var. İnternet gazetelerinde dolaşan bir iddia var. İşten çıkarılanların çok yüksek maaş aldıkları söyleniyor. 'Bu iddia yalandır' demek istemiyorum. 'Yanlıştır' diyorum. Kendimden örnek vereyim: 33 yıl asgari ücretle çalıştım. Ancak 2000 yıllarının sonuna doğru, tabii Türk lirasıyla maaş alıyorum, maaşım 1000 dolara eşitlenmişti. Ortada isimler ve büyük paraların sözü ediliyor. Böyle bir şey yok. Atılanların çoğunun maaşının benimki gibi olduğunu biliyorum. Bu bir ekonomik temizlik değildi.

Çok konuştum galiba. Ama çok doluyum ve acılıyım. Dinleyiciler, fazla heyecanlı konuşuyorsam, kusura bakmasınlar. Hala okurlarımıza bile işten atıldığımızı duyuramadık. Hala arıyor “bayram bitti, neden yazmıyorsunuz” diye soruyorlar. Böyle günlerde insanı en çok ayakta tutan şey telefonlar, fakslar... Çünkü yok olma olgusuyla karşı karşıya kalıyorsunuz.

Diyarbakır’dan bir okur aradı. Hiç tanımadığım, yahu abla, diye konuşan biri... 'Üzülme abla' dedi. 'Bizim buralarda böyle şeyler çok olur; siz de bizim gibi oldunuz' diye ekledi. Anlamadım. 'Ne olur sizin oralarda' diye sordum. 'Adama haber bırakırlar, bey akşam karakola uğrayıversin, diye. Adam gider, bir daha ortalarda görülmez. Kaybolur. Kimse de ne olduğunu soramaz' dedi. Biz de şimdi böyle olduk. Yok oluverdik bir anda. Galiba istenen bu. Nedenini de gerçekten anlamıyorum..."

19 Mart 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - Güncel - Medya Haberleri - Dosyalar - Kültür-Sanat - Medya`dan - Etkinlikler Takvimi - Forum - Arsiv - Linkler - e-Posta

 

 

 

 

Iletisim:
e-Posta:
otekimedya@gmx.net
Fax: +49 (180) 50 52 59 60 69 47

webmaster: webmaster@otekimedya.com